Masalcı konuşuyor: Yahal ve Yakur rüyalarla ilgileniyorlardı. Yahal rüya oluşturucu, Yakur taşıyıcıydı. Birbirleriyle çok bağlı ve sıkı ilişkileri vardı. Yahal her türden rüyanın üretiminden sorumluydu.
Onun için en kolayı yaygın (standart) rüya üretimiydi.
Kabusları ve gece terörlerini hiç sevmiyordu ama bunların kontrolu kendisinde olmadığından, o sadece yapması gerekeni yapıyordu. Hatta bazen, rüyaları tekrarladığı da oluyordu.
En çok ta hayal kurmayı, gün doğumu ve batımında bu hayallere dalmayı ve bilinçli rüyaları seviyordu. Rüyada rüyaya uyanmak veya rüya görürken rüyanın canlılığı kaybolmadan uyanmak ona eğlendirici geliyordu. İyileştirici rüyaları arındırıcı ve sağaltıcı buluyor ve zaman zaman
bu konuda şifacıyla işbirliği yaptığı da oluyordu. İşinde çok ciddiydi ama kehanet rüyalarına yapılan yorumları dinlemek ona hoşluk veriyordu. Netice olarak yaptığı işin genel olarak insanların faydasına olduğunu düşünüyor ve bundan zevk alıyordu.
Arada sırada geçmişte kalmış gelecek hayallerini düşündüğü de oluyordu. Şimdiki andan geriye baktığınızda, bazı hayallerinizin gerçekleşmiş, bazılarının da belki de bir daha hiç gerçekleşmeyecek hüzünlü geçmişin güzel özlemleri olarak kaldığını görebilirdiniz. Bunlar sadece pembe pancurlu, içinde çocukların neşeyle koştuğu evlerle sınırlı kalmayabiliyor, geleceğe dönük iyiniyetli soyut hedef ve planlarınızı da kapsayabiliyordu.
Bu düşünceleri somutlaştırma amacıyla yapılan bu çalışmada ortada yeralan çiçek resmi iğne oyası adı verilen çok dikkat ve emek isteyen zor ve meşakkatli bir teknikle yapılmıştı. Bunu yapan kadın çok küçük yaşlarından itibaren; yetenek açısından potansiyeli yüksek, çok zeki, ve kitap kurdu bir kız çocuğuydu. Ailesinin kız çocuklarına karşı yaklaşım ve anlayışı nedeniyle Bilge bir öğretmen olan dayısının karşı koyma ve ısrarlarına rağmen zorunlu eğitimden sonrasına devam edemeyecek ve erken denebilecek yaşlarda evliliğe zorlanacaktı. Öyle ya da böyle şimdilerde mutlu bir evliliği ve pırıl pırıl çocukları olmasına rağmen, muhtemelen bir laboratuvarda faydalı buluşlar üzerinde çalışarak insanlığa fayda sağlama ihtimali yerine, koşulları onu gergef üzerinde iğneyle kuyu kazar gibi yapılan bu ve benzer iğne oyaları ve dantel çalışmalarına mecbur bırakmıştı. (Not: Buradan, dantel örme, kanaviçe işleme, iğne oyası vb gibi faaliyetlerin küçük görüldüğü bir anlam çıkarılmaması arzu edilir. Tamamı için söz konusu olan emek ve emeğe saygıdır. Esasen dile getirilmek istenen geniş planda sağlanabilecek fayda ya da kayıpların rasyonel kıyaslamasına işaret etme gayretidir. Elbette herkesin tercihi kendisinindir.)
Yakur’un işlevi ise bununla sınırlı olmamakla beraber, Yahal’in işlerini tamamlayıcıydı. Yakur sadece rüyaları taşımıyor, iletişimcilerin bir üyesi olarak evrenler arası iletişimi de sağlıyor bunu sıklıkla rüyalar üzerinden yapıyordu. Günlük yaşam iletişimcisi Pitipiti’yle de akrabaydı. Masalcı burada durarak derin bir nefes aldı ve “Hadi bakalım, ne yapıyorlar bir görelim” dedi.
Rüyacılar birbirinden ayrı ve farklı mekanlarda birbirinden habersiz uyuyan çocukların başucuna dikilmiş bir anne şefkatiyle onlara bakıyorlardı.Çocukların göz kapaklarının altında çabuk/hızlı göz hareketleri farkediliyordu. Bu defaya mahsus, rüyacılar biraz da çocukları eğlendirmek için normal usüllerin dışına çıkıyorlardı. Kız ve oğlan birbirlerinden habersiz olarak, birlikte ve aynı rüyayı görecekti.
Kız ve oğlan çocukları elele tutuşarak, küçük bir tepenin kenarındaki söğüt ağacının altında, yandan geçen küçük dereye ayaklarını sokmuş şekilde oturuyorlardı. Söğüt ağacı civarda görünen tek ağaçtı ve dallarını dereye sarkıtmış, yaşı kestirilemez biçimde, kadim zamanlardan geliyor ve sonsuza kadar yaşayacakmış gibi duruyor, daha çok ta yalnız yaşlıları çağrıştırıyordu. Bozkır Ülkesinde bu tepeye yaşlı söğüt ağacından dolayı “Söğüt Tepesi“ diyorlardı. Ağaç yalnız görünüyordu ama gerçekte durum bu değildi. Hemen her zaman dallarında kuş misafirlerini barındırır ve onların çevreyi dolduran ötüşlerinin konserini zevkle dinlerdi. Zambaklar Ülkesine ilkbahar geldiğinde, Çalıkuşları, Sarıkaşlı çıvgınlar, Söğütbülbülleri, envai çeşit serçeler, Sığırcıklar ve Irak yedikardeşleri onun serinletici bir yumuşaklık ve ferahlık veren gölgesinde biteviye cıvıldaşırlardı.
Şimdi aylardan Ekim olmasına rağmen, pastırma sıcakları nedeniyle havanın olağandışı sıcaklığında, çocuklar derenin verdiği serinlikten bağımsız olarak, söğüt gölgesinin tadını çıkarıyorlardı. Kuşların çoğunun oradan ayrılmış olmasına rağmen dallarda hala birkaç serçe ve sığırcık duruyordu. Masalcı sığırcıktan bahsederken Tıpta geçen “Sığırcık Kanunu” aklına geldi ve bunun sığırcıklarla bir ilgisi olup olmadığını merak etti. Yazıcıyla kısa bir sohbetten sonra sözkonusu kanunun adının Otto Frank ve Ernest Henry Starling adlı iki fizyolog’tan birinin soyadından geldiğini anladı.(Her ikisine de saygılarla)
Masalcı tekrar çocukların rüyasına odaklandı:
Çocuklar gün ortasında söğüt gölgesinde otururken birden apansız şekilde hava karardı. Bunun üzerine nedensiz bir korkuyla ve belki de havanın aniden kararmasından çekinerek biraz daha birbirlerine sokuldular.
Oğlan ve Kız çocuğu havanın karardığı kadar ani bir şekilde, göz açıp kapayıncaya kadar bir sürede birdenbire neredeyse kırk yıl yaşlandılar ve adam kırk yıl önce Göksel Yolda gördüğü rüyanın aynısını görmeye başladı. “Heryer karlarla kaplanmıştı.Üç çıplak bebek karlar üzerinde emekliyordu. Üç kadın belden yukarıları ve ayakları çıplak, dikkatli bir şekilde onları takip ediyorlardı. Kadınların duygu durumunu anlamak kolay değildi ama ciddi oldukları her hallerinden anlaşılıyordu ve hatta sorumlu bir görünüşleri vardı demek daha doğru olacaktı. Neden yarı çıplak oldukları, ya da yürüyüşlerinin nedeni ya da amacı dışarıdan anlaşılmıyordu. Rüyacı onlara yaklaşarak: “Bu kadınları tanıyormusunuz ?”diye fısıldadı. İkisi birden “hayır” dediler. Rüya değişmemişti ama onlar artık elele olmadıkları gibi gereğinden fazla mesafeli oldukları bile uzaktan seçilebilirdi.
“Onlar, Sevgi, Özgürlük ve Adalet’tir.”
Tam bu sırada hiç yeri olmamasına rağmen Spasiyan Pari umulmadık şekilde ortaya çıktı ve “Orukk Mitolojik Yolculuğunda şimdiye kadar hep bireysel farkındalık ve dolayısıyla bireysel bilinç seviyesinde gidiyorduk, şimdi Ortaklaşa (kolektif) farkındalık ve dolayısıyla bilince bir adım atmış oluyoruz." Kadınla adam bundan pek bir şey anlamadılar
Kadın, Pari’ye dönerek “Neden üçü bir arada?” diye sordu.
Pari de önce kafasını kaşıdı ve “kolay olmayacak ama ifade etmeye çalışayım” dedi. Onların üçü de ilişkiler açısından içiçe geçmiştir. Yoksa simbiyotik mi demeliyim bilemedim. Sevgi Özgürlükle sınırlı değildir ama ona tutku duyar. Benzer şekilde Adalet Özgürlüğü düzenler ve hatta destekler.Özgürlük ve Sevgi Adaleti besler. Örneğin özgürlüksüz bir Sevgi düşünebiliyormusunuz, ya da adaletsiz bir özgürlük veya tersi…?”
Bu sefer soru sırası Adamdaydı ve “Neden belden yukarıları çıplak?” dedi.
Pari: Bilmiyorum ama kendi özgürlüklerinin dolaylı sergilenmesi olabilir mi?
Adam: Yani, Özgürlük için özgürlük mü diyorsunuz?
Pari: Evet, ama sadece "Yapıcı Özgürlük" için.
Kadın: Bu nasıl bir Özgürlük?
Pari: Bana göre Özgürlük her istediğini yapma serbestiyeti değildir. Tabii ki bu konu siyah/beyaz gibi net bir konu değil. Belki de gri alanlar çok daha fazladır. Ancak, genel olarak belirtmek gerekirse ve son tahlilde eğer özgürlük yapıcı değilse çok muhtemel yıkıcıdır. İşte o noktada sanki özgürlük herkesin kendi alanı gibi görünse de yıkıcılığın getireceği özgürlük değil yıkım olacaktır. Hiçbir kimsenin böyle bir hakkı olamaz.
Her ikiside “Peki… Kadınlar neden ciddi?”
Burada da Pari’nin apansız girdiği gibi Eteriyanlı Limi devreye girdi ve “Bu sadece konunun ciddiyetine binaen bir dış görünüş olabilir” dedi. Örneğin kişilikleri itibariyle "Sevgi" kabullenici ve şefkatlidir. Özgürlük canlı ve kıpır kıpırdır. Adalet ise doğası gereği çok tutarlı ve keskin olmak zorundadır. Böyle değilse adaletten bahsetmek zorlaşır. Aslında bunlar dışarıdan bakarak göreceğiniz değil içinizde daha iyi hissedebileceğiniz şeylerdir diye düşünüyorum.”
Pari: Bence onları sorumlu olarak nitelendirmemiz daha uygun görünüyor. Bu konuda fikirlerini alabiliriz ama sanıyorum onlar yorum yapmak yerine işlevsellikle kendilerini gerçeklemeyi daha çok tercih ediyorlar. Ama eminim ki onlardan birinin eksik olmasının kendi tarihinize baktığınızda ve hatta bugün dahi kolaylıkla görebileceğiniz gibi İnsanlık için çok ciddi sorunlara yol açabileceğinin bütün insanlar tarafından anlaşılmasını çok arzu ederlerdi. Üzgün olmakla beraber; eğitim, uğraş ve bakış açılarına bakılmaksızın İnsanların belki de büyük çoğunluğunun bunun ne kadar ayırdında olup olmadıklarını bilmiyorum.
Kadınla Erkek birbirine baktı ve “Peki ya bebekler. Başlangıçta vardılar. Şimdi görünmüyorlar.”
Pari: Adım adım giderek daha iyi sindirebileceğimizi düşünüyorum. Zamanı geldiğinde açıklık kazanacaktır düşüncesindeyim. Şunu ifade etmeme izin verin. Kiraz Çiçekleri zamanı geldiğinde açar.”
Her ikisi de Pari’ye katkılarından ötürü teşekkür ettiler. Pari ve Limi geldikleri gibi aniden kayboldular. Karlık arazi de kayboldu ve kadınlar da gittiler. Ancak hava hala karanlıktı ve uzaklarda parlak bir yıldız onları kendine bakmaya davet ediyor gibiydi. Adam Kadına parlayan yıldızın hangi yıldız olduğunu bilip bilmediğini sorduğu sırada arkadan bir ses “Bu yıldıza Demirkazık derler. Gizemli bir yıldız olduğu söylenir “dedi. Bu ses Yakur’dan geliyordu. Yakur onları görüyor ve duyuyor onlar ise Yakur’u göremiyorlardı.
Rüya görenler sadece çocuklar değildi. Arka bahçenin göz önünde olmayan bir köşesindeki ağında örümcek te rüya görüyordu. (Örümceğin rüyasına, daha sonra ayrıca bakılacaktır.)
Bütün bunlar olurken, olup biteni izleyen üç adamın siluetleri uzak mesafelerden seçilebiliyordu. Bunlar Freud, Adler ve Jung’tu. (Her üçüne de saygıyla)
Sabahın ilk ışıkları kuş ötüşlerindeki notalarda sakin sakin geliyordu. Kız çocuğu uyandıktan sonra bile rüyasını oğlanla ilk fırsatta paylaşacağını Spasiyanlarla konuşuyordu. Oğlan aradan geçen zaman içerisinde üzüm bağına ulaşmıştı bile.
Söğütlü Tepedeki kuş cıvıltıları şafak sessizliğinde oralara kadar geliyordu…