Masalcı anlatıyor: Kenkirzepin (Ki), Tiftik’le (Ti) bir sabah yürüyüşünde karşılaştığında Ti daha altı aylık bile değildi. Ki bu karşılaşmanın yaşamındaki en önemli hoşluklardan biri olacağını o zaman bilmiyordu.
Bazen Ti’ye bakarken; eğer, o ilk bakışta kalpten kalbe doğrudan giden saflık dolu sevginin akışı olmasa; eğer, o gün iki gökkuşağı birden çıkmasa; eğer, Ti onu kendi alanının çok uzağına çıkarak ve hiç rahatsız etmeden sessiz sessiz üç kilometreden fazla takip etmese; çitlerin arkasından iki dev gibi köpek (Kangal cinsi) ona havlarken geri döndüğünde Ti’yi yanıbaşında görmese; bu, yaşam boyu sürecek gönüllü ve karşılıklı derin dostluğun belki de hiç başlamayacağını düşünürdü.
Ki, o zamanlar, aynı akıntıda ve uygun iklimde, farklı yönlerde ya da aynı yönde akan enerjiler karşılaştığında veya özetle bu enerjiler dolandığında, eğer, ama ve fakat’ların pek te bir etkisi olmayacağını bilmiyordu.
Belki de bu, “Saf bir yürekle baktığında, neye bakarsan onu göreceğin” ya da “Samimi olarak daha yakından baktığında görebileceğin ya da farkına varabileceğin” şeyler gibiydi.
Bu belki de, doğrudan gözlerinin içine bakarak bir insanı sessizce ama bütün bir dikkatle dinlemek; iyiniyetli saf sevginin taşmasına ve taşınmasına aracılık edecek, belki de bir teselli gibi, artık seninle olamayacak birisini tüm kalbinle düşünerek, onu anılarda ete kemiğe büründürecek küçük bir ten teması; ya da kendi varlığını bir anlığına başkası üzerinden hissedebileceğin iç ısıtan bir kucaklaşma, bazen de görünür bir neden olmaksızın içinden öyle geldi diye gülmek ya da ağlamak, dolu dolu gevrek bir kahkaha atmak gibiydi.
Ti gerek insanlara gerekse diğer köpeklere, kedilere,kurbağalara, tavuklara,kuşlara aklınıza ne gelirse onlara karşı; çok hassas, sakin, samimi ve davranışlarında her zaman nazikti.
Diğer hayranlarıyla birlikte evin dişi kedisi Peri (Pe)’de onu ablası gibi görür, her fırsata ona şımarır ve oynamak isterdi. Tabii Pe, Ti’yi bu kadar sevmese Ti’nin onun rüyasında olup olmayacağını bilmek kolay değildi.
Zaman zaman Ti uyurken yattığı yerde titremeye ve sarsılmaya başlaması onun rüya gördüğünün işaretleriydi. Berde Ti’nin titremesinin ana nedeninin rüyasında Umay kuşunun (Mitolojik Kuş) kanatlarında uçmasından olduğunu ortaya koydu.
Umay kuşu ve Ti göklerde olmanın keyfini çıkarırken, karlı bir arazide belden yukarıları çıplak olarak yürüyen üç kadın ve onların önünde emekleyen yine çıplak üç bebek Ti’nin dikkatini çekti. Onlara biraz daha yaklaştılar ve Ti’nin isteği üzerine Umay onu nazikçe yere indirdi.
Eğitimci
Ti onları rahatsız etmeden, merak ve ilgi ile izlerken; önemli Persulardan birisi olan Eğitimci apansız bir şekilde ortaya çıktı ve daha önce Misket (Mi)(Kedi)’e yaptığı gibi olan biteni izah etmeye başladı.
“Bu kadınlar Sevgi, Özgürlük ve Adaleti temsil ediyorlar. Önlerinde yürüyen bebekler de Sevginin ki Barış, Özgürlüğün bebeği Gönenç ve Adaletin ki de Ahlaktır. Şimdi sana onların hangi zeminde yeşerdiklerini ve davranışlara nasıl yansıdıklarını, ya da ne gibi davranışların onları yansıttığnı açıklayacağım.
Sevgi “koşulsuz kabullenme” üzerinde gelişir ((Mevlana Celaleddin Rumi’ye bu konuda insanlık bilincine yaptığı katkılar nedeniyle saygıyla). Hatta sevgi için herşeyin en esaslı temelidir diyebiliriz. Düşünceden çok duygularla ilgili olduğu için beyinden ziyade yürek işidir. Tam da bu nedenle Sevgi konusuna Etheryanlar (hisler), Spasiyanlardan daha aşinadır.
Onu düşünmezsin ama hissedebilirsin. Şimdi, şuracıkta onu hissetmek istermisin? Birşey düşünmeden, sadece kalbine birkaç dakika ya da istediğin kadar odaklanman yeterli. Yapabilir misin? Ti söyleneni yaptı ve belli bir süre sonra “Ne ferahlama!” diye fısıldadı.
Sevgini şefkat ve kollama ile belli edebilir ve hatta karşı tarafa da geçirebilirsin. Doğrudan bununla ilgili görünmese de, Sevginin bir uzantısı ya da yan etkisi olarak görülebilecek ‘merhamet’ konusuna da bir parantez açmak isterim. Bazen şefkat merhametle karışabiliyor. Yürek çoğunlukla kollamaya dönüktür. Merhamette ise ister istemez biraz acı ya da acıma varolabiliyor. Oysa Merhamet ”acımak değil acıtmamaktır!” (Eğitimci bu sözün kendisine ait olmadığını ancak kaynağını da bulamadığını ifade etti. En son hatırladığı: bu yazıyı bir derginin kapağında yıllar önce gördüğü ve hafızasına not ettiğiydi.)
Şunu söylemek istiyorum: Birileri için neler hissettiğin önemlidir ama bunu davranışlarına nasıl yansıttığın çok daha önemlidir. Örneğin anne balar çocuklarını, çocuklarda onları severler. Ancak bu sevginin er zaman orantılı bir şekilde davranışlara da yansıdığını sanırım söyleyemeyiz. Sonuncu ama bir o kadar da önemli bir yaklaşımla bu konuyu noktalayalım: “Bütünün bir parçası olarak kendinizi sevmek diğerlerini de sevmek için iyi bir başlangıç olabilir. Bağışlama sevgiyle gelir!”
Tiftik “Peki bu taşın üzerine eğilmiş tüy de neyin nesi?” diye sordu. Eğitimci: “Belki biliyorsundur; Şefkat taşı bile yumuşatır. Hatta iyi bilinen bir Türk Atasözü var: ‘Tatlı söz yılanı delğinden çıkarır.’ Özgürlüğe geçmeden önce şunu da açıklamam gerekiyor. Burada sevgi ve diğerlerini silindirik bir sembolle tasvir edildiklerini görüyorsun. Bu pratik nedenlerle böyle olmuştur. Aslında bir Eteryan olarak gerek sevgi gerekse diğerleri (Özgürlük ve adalet) tüm yaşamı kavrayan birbiri içine geçmişlikler olarak yer alırlar.
Şimdi daha karmaşık bir alan olan Özgürlük konusuna gelelim. Klasik anlayışa göre başkalarının özgürlüklerinin başladığı yerde seninki biter. (Dış kontrol) (Mantıki açıdan bu ifade kulağa hoş gelse de gerçekte çok belirsizdir.Nerede başladığı nerede bittiği belirli olmadığı gibi, çelişkili durumlarda daha da belirsizleşebilir) Bu yaklaşım da esasen özgürlük ‘ne yapmak istiyorsan onu yapmak olarak’ ima edilir. Bir bakıma bu geçerli gibi görünse de konuya ‘özgürlük istediğini yapmamaktır’ (İç kontrol) diye de bakabilirmiyiz?
Burada özgürlüğü konuştuğumuz zaman esasen ‘Yapıcı’ olanı konuşmalıyız. Daha önceleri de ifade edildiği gibi, zarar verme ve tahribat özgürlük olarak değil ancak kötülük ve yıkıcılık olarak görülebilir. Özgürlük şemsiyesi altına sığınarak hiç kimsenin, hiçbir şey adına böyle bir zarar verme ve tahribat hakkı olamaz ve bu, özgürlük olarak değerlendirilemez. Bunu söyledikten sonra, elbette dönüşüm ve değişim adına eskiyi yıkmak, yerine yenisini koymak için gerekebilir. Ancak burada temel konu, yıkım değil, genel bir süreç olarak iyiyi ve olumlu olanı gerçekleştirmek için gereken adımların atılması ihtiyacıdır.
Özgürlük işin doğasında gelişir ve tam da bu yüzden her canlının yaşamı ve varoluşunun ayrılmaz bir parçasıdır. Empati ve dolayısıyla saygı bu yolda en esaslı yaklaşım biçimleri ve davranışlarıdır. Sevgi ve özgürlük yaşamın hiçbir boyutunda birbirinden ayrı düşünülemez.
Şu andırışma buraya ne kadar oturur bilmiyorum ama, farzedelim ki, kafeste bir kuşunuz var ve siz onu çok seviyorsunuz. Esasa baktığınız zaman kafese tıkarak özgürlüğünü sınırladığınız kuşa duyduğunuzu düşündüğünüz sevgi, genel anlamda sevgi değil, o kuşun kendi mülkiyetinizde olmasından aldığınız hazza duyulan sahte sevgidir. Bir adım daha ileri giderek; merak ediyorum da, acaba, sadece farklılar diye diğerlerini kafese kapatma çabası, bu çabada olanlar için, kendi kafeslerinden başkaları üzerinden kurtulma arayışlarının, itiraf edilemeyen bir parçası olabilir mi?
Şimdi daha zor bir alana, Adalet’e geçelim. Öncelikle adalet eşitlik değil, dinamiklerin uygun denklemidir. Çünki insanlar birbirine özdeş yada birbirinin kopyası olmadığı gibi, esasen bir zenginlik olarak, fiziksel açıdan, zeka bakımından ve diğer açılardan da farklıdırlır. Belki bunun tek istisnası ve fakat olmazsa olmazı adalet önünde eşitliktir.
Adalet akıl ve erdem üzerinde yükselir. Adaletin olmadığı yerde biz ne sevgiden ne de özgürlükten söz edebiliriz. Adalet diğer canlılar için onların kodlandığı biçimde çalışırken; insanoğlu’nun onlardan temel ayrılığı olarak ilave bir bilince sahip olması Adalet ve ahlak konularında iyi düzenlenmiş ve daha önemlisi bireyler tarafından benimsenmiş, bütüncül değer ve kuralları gerektirir.
Diğer bir ifadeyle adalet ve ahlak ancak toplumsal kurumsallaşmayla mümkündür. Bu noktada bireylerle kurumlar arasındaki yetkilendirmelere ve uygulamalara girmeyeceğim. Ancak özetle şunu söylemeliyim: Kurumlar bireylere hizmet için vardır. Bireylerde buna karşılık kendi yapması gerekenleri ve yapabileceklerini kurumlardan beklememelidirler.
Eğitimci bu günlük bu kadar yeter dediğinde Ti onun ayrılmaya hazırlandığını anladı ve “Son bir sorum olabilir mi?” dedi. Eğitimci “Buyur!”. “Onlar neden çıplak?”
Eğitimci zor sorularla karşılaştığında yaptığı gibi kafasını kaşıdı ve biraz düşündükten sonra konuşmaya başladı: “Onlar çıplak çünki onlar kırılgan. Onları canlı tutmak için sürekli emek harcamalısınız. Onlara yeni doğmuş bir kuş yavrusu ya da yeni filizlenmiş bir bitkiye bakar gibi bakmalısınız. Böyle bir deneyiminiz olduysa, onlara nasıl bakacağınızı iyi bilmeniz ve elinizi onların üzerinden hiç eksik etmemeniz gerektiğini bilirsiniz. Kuş yavrusuna bakmanın bebeğe bakmaktan daha zor olduğunu da belirtmeliyim.
Yüreğini seviyorum Ti!, kendine iyi bak.” Masalcı ve Ti Eğitimciye teşekkür ettiler ve Eğitimci geldiği gibi kayboldu.
Bazen uzunca bir süre taşıdığınız ama adını koyamadığınız birşeyler apansız ortaya çıkıverir ya, işte öyle bir duyguyla Masalcı Paritekenas (Pa)’ın Camcosman (Camco)’ın cam fabrikasına ziyaretini uzunca süredir unuttuğunu farketti. Tam rüya yapıcıları ve rüya görenlere veda edeceği sırada gökyüzünde üçlü bir ışık hüzmesi gördü. Doğal olarak ışıklar gökyüzünden gelirdi ama bu defa topraktan gökyüzüne doğru yükseliyorlardı.
Kadınlar ve bebeklere tekrar baktığında mevsimin kış’tan bahar’a geçmekte olduğunu farketti. Kuşlar ötüyor, toprak yeniden uyanıyordu. Yahal, Yakur, Berde, Ti, Mi, Pe ve kelebek zeytin ormanından gelen ılık esintide mutlu görünüyorlardı.
İşte o an, Masalcı başka bir evrene, Sevgi, özgürlük ve adalet dünyasına , Zambaklar Dünyasına geçmiş olduğunu farketti. Daha önce yaşanmış olan acı ve eziyetlerle ilgili yüreği kabardı ve sessiz gözyaşlarını durdurmaya da çalışmadı.Gündüz rüyasıyla uyanıklık arasında araftaydı ve uyanıp uyanmamaya karar veremiyordu.
Camco’nun atölyesine yönelirken uzaklarda bir yerden, bir Neyzen’den geldiği belli olan notalara kulak kabarttı ve önce mırıltılarla ve daha sonra gidişine göre sesini yükselterek müziğe eşlik ederken, karışık duygular içerisinde yola koyuldu…
“Huma kuşu yükseklerden seslenir,
Yar koynunda bir çift suna beslenir, beslenir,
Sen ağlama kirpiklerin ıslanır….”