Kara Kurbağası gözünü öylece Kıza dikmiş sanki ona birşeyler söylemek istiyormuş gibi bakıyordu. Derisinin renklerinden onun Kara Kurbağası olduğu ve Bozkır Ülkesinden geldiği açık seçik belli oluyordu. Ne Kurbağa kızı , ne de kız onu öptü ve öylece kalakaldıkları sırada Kurbağa birdenbire şaşırtıcı şekilde Bozkır dilinde konuşmaya başladı. “Sana bir şey göstermek istiyorum. Lütfen, benimle gelebilirmisin?” Kız çocuğu Kurbağa ile gidip gitmeme konusunda biraz ikircikliydi ama merakı galip geldi ve biraz vakit geçtikten sonra kabul ettiği anlamında başını salladı. Birlikte Zeytin Ormanına doğru yürümeye başladılar. Uzun bir yürüyüşten sonra, yaşlı bir Zeytin Ağacının altına geldiler ve Kurbağa yerdeki taşı işaret etti.
Hayret edilecek şekilde Taş ta konuşuyordu ve “Ben konuşan Taş’ım. Bana sizler Felsefe Taşı da diyorsunuz. Roseta Taşından çok daha yaşlıyım ve simya dahil pek çok konuda hayal dahi edemeyeceğiniz bilgilere sahibim.” dedi. Onlar konuşurlarken, bir Bozkır Kızı olarak, varlıklarından hiçbir zaman haberdar olmadığı Zeytin ağaçlarının altından, adını dahi duymadığı Denize doğru genç bir kız yürüyordu. Konuşan Taş onlara “Bu Ruzenin. Çiçek gibi güzel yüzlü demek!"
Ondördünde diye biliyorum. Köyünden çıkma şansı hiç olmamış. Sırlarımı sadece ona açabilirim ama, O şu anda burada değil” dedi. Kız çocuğu ile Kurbağa şaşırdılar ama ortamın büyüsünü bozmamak için seslerini de çıkarmadılar. Ruzenin neredeyse şeffaf bir görüntü gibi; ayakları çıplak, üzerinde sanki gelinlik gibi, etekleri tozlanmış beyaz bir elbise, belinde kırmızı bir kuşak sakin havaya rağmen saçları rüzgarda dağılmış gibi yürüyordu.
Aynı zamanda çok uzaklarda bir yerde, etrafında telaşlı bir kalabalık, uçlarına renkli çaputlar bağladıkları sırıkları flama gibi taşıyan gençler, başlarında beyaz başörtüleriyle köyün yaşlı kadınları ve onların gerisinde tutamadıkları enerjileri kıkırdamalarından yayılan genç kızlardan oluşan düğün alayının ortasında Ruzenin beyaz bir atın üzerinde ve yüzünde kırmızı duvağıyla başka bir köye gelin gidiyordu.Orada kocası veremden vefat edinceye kadar beş yıl yaşadı.Sonrasında Aile büyükleri kocasının küçük kardeşiyle evlenmesine karar verdiler. (Kendisi ondokuz yeni kocası yedi yaşındaydı.) Kocası bluğa erinceye kadar, sessiz ve içine akıttığı gözyaşlarıyla ona çocuk bakıcılığı yaptı. Çocuk, aklı erdikçe neler olup bittiğini anlamaya başlasa da artık çok geçti ve geri dönüş mümkün değildi. Babası durumun yükünü hafifletmek için ona bir Arap Atı aldı, bir tarlanın mülkiyetini devretti, bir gümüş kamçı ve o zamana kadar köyde hiç olmayan bir plak çalar hediye etti, ama bunların tümü, çocuğun duygusal sorunlarını artırmaktan ve üzüntüsünü derinleştirmekten başka bir işe yaramadı.
Kimse Ruzenin'in durumunu sormadı. Genellikle olduğu gibi bir taş kadar sessizdi. İkinci kocasının da ölümünün ardından çok direnmesine rağmen büyük kızının ısrar ve baskılarıyla yine kocasının ölümüyle sona erecek üçüncü evliliğini yaptı ve yine sessizdi.
Kenkirzepin Anneannesini (Ruzenin) tanıdığında, o dönemlerde küçük bir çocuk olarak onun koşulsuz kabullenmesi ve sonsuz sevgisini hissetmekten, derinlerde bir yerlerde büyük bir rahatlık ve güven duyduğunu farketti. Uzun zaman sonra da, O’nun kimseyi eleştirmediğini, kontrol etmeye çalışmadığını ve hatta gerekmedikçe konuşmadığını, tatlı ter kokan kucağının bir güven ve sevgi sığınağı gibi olduğunu hatırlayacaktı.
Ruzeninle ilgili sıradışı tek konu onun feci şekilde kurbağa’dan korkmasıydı. Küçük ve yaramaz torunları onun hoşgörüsünü de bilerek; romatizmalarından ötürü sadece oturarak kılabildiği namaza durduğunda, yakaladıkları kurbağayı arkasından sessizce yaklaşarak bırakır ve o koca gövdenin ateşte yanmış gibi kaçışını eğlenerek izlerlerdi. Yine de onlar kızmaz, sadece “köpoğulları” diye geçiştirirdi.
Aradan uzun zaman geçtikten sonra, Kurbağa’dan konuşan taşın haberini duyduğunda, Kenkirzepin Annesinin bölük pörçük hikayelerindeki geniş yürekli Ruzenin ve onun sessiz hüznünü hatırladı ve yalnız kaldığında gözlerinden gelen yaşların Ruzenin'e mi yoksa onun hüznüne ve yaşam hikayesine mi olduğunu çok ta ayırt edemedi. Konuşan Taş hala Kurbağa ve küçük kıza konuşurken Ruzenin artık ebediyyen sessizdi.
Hüzün
Hüzün çöküyordu gözlerine akşamın,
Sanki sabahlar hiç gelmeyecek…
Hüzün vardı gözlerinde sabahın,
Kaçınılmaz akşamlar bir gün gelecek…
Akşamlar geldi, Sabahlar oldu da,
Hüzün kaldı gözlerinde; sanki hiç gitmeyecek…